Elektronik ticaret kavramı,
hayatımıza girdiği günden bugüne farklı açılardan sorguya çekiliyor. Güvenilir
olup olmadığı, insanlara gerçek bir alışveriş deneyimi sunup sunamayacağı,
sürdürülebilir gelir modelleri üretmekte ne kadar yetenekli olduğu gibi sorular
hemen her platformda dile getiriliyor. Sanırım e-ticaret algısındaki temel
yanılgımız, “e”ye yüklediğimiz olağanüstü anlam.
Bu yazıyı ve daha fazlasını artık kişisel websitem farukfuzun.com adresinden takip edebilirsiniz.
Bu yazıyı ve daha fazlasını artık kişisel websitem farukfuzun.com adresinden takip edebilirsiniz.
Online alışveriş dönemini klasik
alışveriş deneyiminden ayıran temel unsur, başlangıçta tüketicinin ürünle
buluşma aşamasında gerçekleşti. Ürünleri
dijital vitrinlerde seyrettik, biraz tereddüt biraz merakla sipariş vererek
kapımıza gelmesini bekledik. Kredi kartı bilgilerimizi vermeye çekindiğimiz ve
tekstil gibi “denemeden alamam” kategorisinde bulunan ürünlere mesafeli
yaklaştığımız günlerden, domatesi, pastırmayı ve hatta evlerimizin tesisat
onarım işlemlerini dahi online ortamlardan satın aldığımız günlere geldik.
Ulaştığımız nokta, Türkiye’nin
güvenilir ticaret eşiğini geliştirdi mi? Online alışverişlerde yaşadığımız
deneyim, geçmişte olduğundan daha güvenli hissetmemizi sağlıyor mu? Bazen evet,
bazen hayır.
Güvenilir ödeme sistemleri,
bankaların sanal pos uygulamalarında kat ettikleri mesafe ve sanal kart
uygulaması, kredi kartına alternatif olabilecek online ödeme sistemleri, kamu
kurumlarının da dahil olduğu online fatura ödeme modülleri, kargo firmalarının
kurumsallık yolunda attıkları adımlar ve tüketicilerin e-ticaret sektöründeki
firmalarla kurdukları aşinalık ilişkisi, Türkiye’de online platformlara yönelik
güven çıtasını oldukça yükseltti. 2008 yılından itibaren online alışveriş
sitelerinin aldığı yerli ve yabancı finansal yatırımlar –kimi zaman balon
etkisi yaparak- karşımıza büyülü bir dünya sundu ve çoğumuz birer web
girişimcisi adayı oluverdik.
Yaşanan olumlu gelişmelerin
yanında, tüketicilerin bazı noktalardaki bilgi eksiklerini ve yasal
düzenlemelerdeki boşlukları kullanan olumsuz örneklere de şahit olduk. Başta
“bitkisel ürün” furyası olmak üzere, denetim boşluğu bulunan pek çok sektör
internette kendine yayılma alanı buldu ve bu süreç içinde azımsanmayacak bir
“vurgun” yaşandı. Vur-kaç taktiği ile sektörde yer alan bu oluşumlarda hiçbir
tüzel kişiliği bulunmayan web siteleri, bazı yasadışı tanıtım yöntemlerini
kullanarak milyonlarca insanın kişisel bilgilerine erişti, sosyal medya
hesaplarında bu kişiler adına paylaşımlarda bulundu ve sayısız haksız rekabet vakasına
sebebiyet verdi. Türkiye’nin önde gelen online alışveriş platformları dahi bazı
mali konulardaki boşluklara ve vergilendirme ile ilgili hususlara göz yumdu.
Ben e-ticaret alanında Türkiye’nin
yaşadığı tecrübenin, kendini tarih boyunca tekrar eden bir toplumsal durum
olduğunu düşünüyorum: Güven, temelinde ahlakla ilgili bir olgu ve toplumsal
dinamiklerden büyük ölçüde etkileniyor. Geçtiğimiz hafta bir dostumla
sohbetimde yakındığımız gibi; online pazarlarda zorlukla üstesinden gelmeye
çalıştığımız mesafeli duruş, temelde toplum olarak sorunlarımıza çözüm
mekanizması üretme yeteneğimizin eksik olmasından kaynaklanıyor. Güven problemi
sadece e-ticaretle ilgili değil, yeni olan, farklı olan her şeye aynı şüpheyle
yaklaşıyoruz. Yeniliklerle
karşılaştığımızda, bedenimizi kaplayan ilk his keşfetmenin heyecanı olmuyor. “Acaba
kazıklanır mıyım?” kaygısı oluyor. Neden inovasyon yapamadığımızın, neden
mucit yetiştiremediğimizin, neden ar-geyi içten içe angarya olarak gördüğümüzün
cevabı aslında sözünü ettiğimiz kaygı.
Dijitalleşme hakkında umutsuz
değilim, sağladığı bilgi akışı ve araladığı fırsat eşitliği kapısı beni tüm
olumsuz örneklere rağmen umutlandırıyor. Bununla birlikte zaman akıyor, üstelik
durdurulamaz bir hız ve devinimle! Öyleyse gelin, kültürel kodlarımıza çözüm
yeteneği kazandırmak üzerine daha fazla söz söyleyelim. E-ticaret, Türkiye’de
10 yıldan daha kısa bir sürede “geleceği inşa edecek potansiyel” noktasından, “kolay
yoldan zengin olma” noktasına geriledi. Uzun vadede bilgi ve değer
üretebilmenin önşartı, bu algının sektör oyuncuları tarafından
iyileştirilmesinden geçiyor.