5 Mayıs 2012 Cumartesi

İletişim Çağında "İletişememek"

Faruk Uzun

“Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme.” Dil kurumumuz iletişim kavramını böyle tanımlıyor. Günlük hayatta sıkça duyduğumuz ve günün her diliminde bizzat uygulamaya çalıştığımız bu kavramın, mevsimler misali durmaksızın değişen ve kartopu dinamizmiyle devinen toplum içinde bambaşka anlamlar kazandığı ise yadsınamaz bir gerçek.

Bu yazıyı ve daha fazlasını artık kişisel websitem farukfuzun.com adresinden takip edebilirsiniz.

İletişim kurmak, birey özelinde ikili ilişkilere temel teşkil ederken, toplum genelinde kültürlerin oluşmasında, gelişmesinde ve yayılmasında baş taşıyıcı görevi görür, başrol üstlenir. Sembolik etkileşimcilere göre insan eyleminin geldiği nokta, tamamen bireylerin birbirleri ile etkileşimlerinin ve çevrelerine uyum süreçlerinin bir ürünüdür.* Nesiller boyunca üretilen bütün teknolojinin, sanatın, edebiyatın ve kitlesel ilerlemenin kaynağı olarak gösterilen bir eylemden bahsediyoruz ve iletişimin önemini vurgulamak için dahi iletişim kuruyor, sözler söylüyor, yazılar yazıyoruz.

Günümüz çağına verdiğimiz isimlerden biri “iletişim çağı”, çağımızın en büyük eksikliği herkesin dilinde: “iletişim kurmak”. Peki nasıl oluyor da insan çağa adını veren bir öğenin yokluğundan yakınabiliyor? Yaşadığımız, Lale Devri’nde Osmanlı’da lale bulamamak ya da Bakır Devri’nde bakırsız kalmak gibi trajikomik bir sorun mu? Cevap, derdimize aradığımız devanın içkin niteliklerinde yatıyor.

İletişim, etkileri duyularla gözlenebilir olsa da, öz itibariyle soyut bir mefhum. Hal böyle olunca elimizle tutamadığımız “iletişim”i radyasyondan koşarak kaçarcasına bir mantıkla irdelediğimizde, gerçekte tam olarak ne olduğunu hiç görmediğimizden değişmiş halini de algılamak zorlaşıyor. Bunun tezahürü olarak her tartışma programından “toplumda insanlarla iletişim kurulmuyor efendim” yakınmalarını dinliyor, her köşe yazısından “halkla siyasetçiler arasında iletişim yok” şikayetlerini okuyoruz, iletişim araçlarını kullanarak.

Enformasyon sorunları dendiğinde yüzyıl önce “alıcı ile vericinin birbirine ulaşamaması, haberleşme kanallarının yetersizliği” akla gelirken, bugün teknolojinin sağladığı imkanlar sayesinde tarafların kablosuz iletilen datalarla istedikleri an ve mekanda birbirlerine ulaşmaları mümkün. Bugün, geçmişten günümüze dünyada konuşulan binlerce dil, sembol ve kavram, saniyede binlerce megabyte hızla, günde milyonlarca kişi tarafından paylaşılıyor. İşte kırılma tam da bu noktada gerçekleşiyor: İletişim araçları, kitleleri buluşturma fonksiyonunu çoktan aştı. Artık farklı gezegenlerdeki iki insanın uydu telefonu ile yüksek kalitede görüntülü görüşmesi dahi iletişim sayılmıyor. Verilen örnekteki görüşme yalnızca iki insanı bir araya getiriyor, iletişim kurmak ise artık bambaşka dünyalardan gelen sayısız çeşitlilikteki sembollere anlam yükleyebilmekle doğru orantılı.

İnternet hayatımıza girmeden önce herbirimizin iletişim kurduğu çevre fiziki olarak ulaşabildiği ile sınırlı olduğundan ve yakın çevremizde etkileştiğimiz tüm dillerle, kültürlerle, sembollerle yakın ilişkimiz bulunduğundan, bireylerin iletişim kurabilmeleri için bir araya gelmiş olmaları en büyük etkendi. Bugünse ulusaşırı şirketlerin temellerini attığı kompleks ulaşım ve erişim ağları sayesinde bir araya geliyor olmak olağan. Artık iletişim kurmakta asıl etken kıtalarca öteden gelen yerel sembolleri, Avrupa’lı şairin şiirinden etkilenmiş yan komşumuzun bize anlattığı fikirleri, Ortadoğulu bir ressamın özgürlük anlayışından etkilenen Avrupa’lı politikacının verdiği ropörtajı, Güney Amerika’lı dansçının figüründen etkilenen Asya’lı sporcunun gol sevincini bütüncül bir çerçevede - belki çerçeveleri kırarak- anlamlandırabilmek oluyor. Dünyayı tektipleştirdiği gerekçesiyle eleştirilen küreselleşme dalgası, diğer yandan binlerce yerel kültürün de video paylaşım siteleri, bloglar, mobil portallar, e-dergiler ve çeviri yayınlarla yeni yaşam alanlarını bulabilmelerine imkan sağlıyor.

Yeni dünyada -ya da ona verdiğimiz isimle iletişim çağında- yaşamaya devam edebilmek, durmaksızın süren iletişim ağları içinde adaptasyonumuzu sağlayabildiğimiz ölçüde mümkün görünüyor. Kablosuz sinyallerle taşınan yerel danslar, alfabeler, şarkılar, ağıtlar birbiriyle etkileşmiş ve yepyeni anlamlar türetmiş durumda. Mevcut sözlüklerimiz, kalıplarımız ve aitliklerimiz oluşan çokkültürlü yapıyı algılamakta yetersiz kalıyor. Tek bir kültürün doğrusu, düzlemde birçok noktada kesişerek yeni şekiller meydana getiren ufukları göremiyor, göremediğine ise yabancılaşıyor, yabancılaştığını aralarında bir çok ortak nokta bulunmasına rağmen ötekileştiriyor. Bu nedenle iletişim sistemleri her saniye gelişirken, biz iletişim kurmanın güçleştiğinden yakınıyoruz. Perdede oynayan üç boyutlu filmi bulanık görüyorsak, bu filme uygun gözlüklerimizi takmanın zamanı gelmiş olmalı. Filmin tamamını kaçırmadan…

Kutsal saydıklarınızın selamı üzerinize olsun


* Sembolik Etkileşimci düşünürler ve okuma önerileri için bkz. Stones, Rob (2008). Sosyolojik Düşüncede İz Bırakanlar. İstanbul: Bağlam.
(!) Bu yazı ilk kez, ebedi dostum, edebi üstadım ve fikri muhalifim Cesur Sunar ile birlikte ürettiğimiz ikifikir isimli blogda yayınlandı. Hayatın farklı alanlarına dair denemelerimize ikifikir.tumblr.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder