26 Mart 2012 Pazartesi

Faust İkilemi Üzerinden Türkiye’de Bireysel Tasarruf Eğilimleri

Faruk Uzun

Giriş

“Yeni yüzyılın en küresel tartışma konuları” isminde bir liste yapılsa, fikrimce tasarruf tedbirleri, yeni enerji kaynakları arayışı ve doğal kaynakların geri kazanımı listenin ilk beş sırasında yer bulurdu. Dünya çapında tartışıldığını ve milyarlarca insan tarafından hakkında çözüm arandığını varsaydığımız konular hakkında hala bir arpa boyu yol kat edememiş olmak, doğal bir sonuç gibi görünmüyor. Ya çözüm arıyor gibi görünen otoritelerin kurtuluş reçeteleri kendi hastalıklarından ötesine şifa vermiyor, ya da bireysel olarak Dünya’nın geleceği hakkında konuştuğumuz kadar endişe duymuyoruz. Daha ironiği, faydanın bugünü ve geleceği arasında yaşadığımız bu ikilem aslında insanın varoluşundan beri süregeliyor.

Bu yazıyı ve daha fazlasını artık kişisel websitem farukfuzun.com adresinden takip edebilirsiniz.

Karşısına çıkan her probleme çözüm bulmakla övünen insan aklı, davranışlarına temel teşkil eden en önemli ikilemini aşmakta çaresiz kalıyor. Harvard İşletme Okulu profesörleri de yaşadığımız arada kalmışlığı Faust İkilemi olarak kavramsallaştırıyorlar. Yirmibirinci yüzyılda insana yönelik bir sorunu açıklamak için, onsekizinci yüzyılda yaşamış bir yazarın eserine gönderme yapılıyor. Bence bu referans, eserin sahibinin ne kadar nitelikli bir yazar olduğunu gösterdiği gibi aynı zamanda çağları eskiten insan ırkının da temelde ne kadar aynı kaldığını anlatıyor.

Faust İkilemi

İkileme ismini veren eser, Wolfgang von Goethe’nin 1806 yılında yayınlanan Faust isimli şiirsel oyunu. Eserde, Faust isminde bir akademisyenin hayatın anlamını yitirdiğini düşündüğü bir dönmde şeytan (Mefisto) ile yaptığı anlaşma betimlenir. Anlaşmaya göre şeytan, Faust’a istediklerini elde etmesi için yardım edecek, buna karşılık Fasut da ruhunu şeytanın emrine verecektir.

İkilem, Faust’un şeytanla yaptığı bu alışverişe gönderme yaparak insanlığın günlük zevkler ve yaşam tarzlarını uzun vadade insanlığın tamamına faydalı olacak kararlara tercih etmesi sorununu masaya yatırıyor. Şimdiki zamanın zevklerini öne çekmek için mümkün olduğunca fazla kaynak kullanmak mı? Yoksa gelecek zamanı yaşanabilir kılmak için bugün sahip olunan kaynakları idareli kullanmak mı? Bu yazı, Faust ikilemini küresel tercihler noktasından daha bireysel bir çizgiye çekiyor. Faust’un arada kalmışlığı üzerinden Türkiye sosyo-ekonomik yapısı ile şekillenen bireysel tasarruf eğilimlerine bir yorum getirmek, toplumsal sorumluluk algılarımıza yeni bakış açıları kazandırabilir.

Türkiye’de Hane Tasarrufunun Önündeki Engeller

İkibindokuz ve ikibinon hane halkı bütçelerine göre, Türkiye’de 19 Milyon haneden yüzde 55’i tasarruf edebiliyor, yüzde 45’i ise kazandığından fazlasını harcıyor.* Tasarruf yapan kesimden ise işyerleri ile anlaşmalı emeklilik sigortaları ve kurum içi tasarruf fonları düşüldüğünde aylık gelirinin üzerinde harcama yapan hane oranı yüzde 60 seviyelerini buluyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECB) ülkeleri arasında Türkiye bu tasarruf oranlarıyla 15 ülke arasında 11. sırada yer alıyor. Türkiye’den düşük ortalamalı ülkeler ise ekonomik hacmi bakımından tasarruf ihtiyacı görece düşük ABD, İngiltere ve Brezilya. Dördüncü ülke olan Yunanistan’ın ise sergilediği tasarruf performansıyla bugün vardığı noktayı izlemeye devam ediyoruz.**

Davranışsal teorilerin defalarca ortaya koyduğu üzere, bir davranışı onu çevreleyen diğer etkenlerden bağımsız düşünmek, davranışı açıklamada önemli eksikliklere yol açabilir. Bu eksiklikleri giderebilmek adına, özelde bireysel genelde ise toplumsal olarak “tasarruf” davranışının diğer sosyal dinamiklerle ilişkisine bakmak yapılacak analizde faydalı olabilir. Ayrıca Türkiye’de tasarruf davranışına yönelik yorumlarımıza farklı dinamikleri dahil etmenin, ortaya çıkacak yorumu salt eleştiri düzeyinden sıyırıp yapıcı-açıklayıcı hale getireceğini düşünüyorum.

Türkiye’de bireylerin tasarrufa yönelmiyor olmasında iki temel etken öne çıkıyor. Öncelikle, insanların tasarruf “edememelerine” neden olan etkenden bahsedilebilir. Türkiye’de insanların önemli bir kısmı, tasarruf etme tercihini yapabilecek konuma gelmeden önce, tasarruf edemiyor olmanın derdi içerisinde bulunuyorlar. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye’de insanlar tasarruf edebilecekleri kadar para kazanamıyor. Dahası, pek çok hane birden çok kredi kartı limitine sahip ve birinden çektiği nakit avans ile diğerinin minimum ödeme tutarını kapatıyor. -Bu yöntemi kullanan hane sayısı o denli fazla ki, 2010 Kasım ayında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu üç aydan fazla minimum tutar ödeyen müşterilere nakit avans çekme yasağı getirmek istemiş, fakat ortaya çıkacak tablonun vehametini hesapladıktan sonra bu talebinden vazgeçmişti.- Keskin bir tel üzerinde yalınayak yürümeye eş bu yolculukta borcun üzerine biriken faizler, borçlu haneleri her geçen gün daha fazla ezen bir yük olarak etkisini devam ettiriyor.

Tasarruf sepetinin altını delen ikinci etken olarak, Türkiye toplumsal yapısındaki “tasarruf” bilincinin her geçen gün etkisini yitiriyor olması gösterilebilir. Fikrimce bu bilinç, Dünya hafızasından siliniyor. Düşük gelire sahip olmak, tasarruf edemiyor olmanın bir nedeni olabilir. Fakat yüzde 5, yüzde 10 gibi tasarruf oranları Türkiye kişi başına milli geliri için imkansız görünmüyor. 800 TL gelir üzerinden 50 TL tasarruf yapmak, en az ekonomik yeterliliğe duyduğu ihtiyaç kadar tasarruf bilincine de ihtiyaç duyuyor. Bilinç konusunu “tüketim toplumu olduk çıktık” yüzeyselliğinde tartışmamak adına, bu noktadan sonra tekrar Faust İkilemi üzerinden ilerlemeye çalışacağım.

“Yarın” Algısının Tercihlerimiz Üzerindeki Etkisine Dair

İkilem ile ilgili Harvard Business Review’de yayınlanan bir makalede***, çarpıcı bir örnek yer alıyor. 2010 yılında gıda üretim devi Frito Lay, SunChips cipsinin paketlerinde bir değişikliğe gidiyor. Değişikliğe göre yeni paketler doğada tamamen çözülebilir nitelikte. Fakat hevesle piyasaya sürülen yeni ürünler, aynı hevesle geri dönmüyorlar. Bir kaç ay sonra satışlar yüzde 10 düşüyor. Ürün içeriği aynı olduğundan, ambalaja yönelik yapılan memnuniyet araştırmasında tüketicilerin yeni paketi fazla “hışırtılı” buldukları sonucuna ulaşılıyor. Daha sonra şirket eski tip pakete geri dönüyor ve çözülebilir olanın hışırtısını giderebilmek için yeni yollar arıyor. Bugünün hışırtısını, yarının kıtlığından daha dayanılmaz buluyoruz.

Arkadaş sohbetlerinde timsah gözyaşları döktüğümüz çevre kirliliği, ekonomik krizler, küresel ısınma, doğal kaynakların aşırı tüketimi gibi konularda gerçekten kaygılanıyor muyuz? Uzağımızda olduğunu düşündüğümüz yangının kendi evimizi kavuruyor olduğunun farkına varamıyor muyuz? Neden sağlam inşa etmediğimiz her evin üstümüze yıkılacağını, tasarruf etmekten erindiğimiz her liranın borç hanemize yazılacağını kabul etmekte bu denli inatçı davranıyoruz? Sanırım Faust İkilemi, bu sorulara cevap bulmak adına önemli ipuçları içeriyor.

Etik bir değer olarak “yarın” bizim için ne ifade ediyor? Belirleyebilmek önemli. Çünkü ancak yarını tanımlayabildiğimizde onun için bugünümüzden fedakarlık yapıp yapamayacağımıza karar verebiliriz. Her hücrenin sayısız başka hücre ile etkileşime geçebildiği bir yüzyılda, evet; Türkiye’de tasarruf oranları neden artmıyor? sorusunun cevabını da küresel boyutta düşünmek gerekiyor. Cevabı, her yeni güne savaş sinyalleri ve kriz uyarılarıyla giren insanların zihninden düşünmek gerekiyor. Görünen o ki insanlar, savaşlarla dolu bir yarına tasarruf götürmektense, ellerindeki imkanlarla bugünü mümkün olduğunca keyifli kılmaya çalışıyorlar. Global ısınan bir dünyaya çocuk getirmektense, kendilerini çocuklar gibi şen kılmanın hesaplarını yapıyorlar. Bu yönüyle, “tüketim kültürü” dediğimiz olgu insanları silah zoruyla tüketime zorlamaktan ziyade, onlara hala yaşıyor olduklarına dair geçici de olsa bir umut veriyor. Yarınlarda hayat belirtisi göremeyen bizler, geçici de olsa bulduğumuz umutlara sarılıyoruz. Öyleyse çözüm önerilerimizde zanlı olarak tüketim kültürünü taşlamak, bindiğimiz kurtuluş kayığına koca bir taş koymaya benziyor. Herşeyden önce, uğruna tasarruf etmeye değer bulduğumuz yarınlara ihtiyacımız var. Mevcut siyasi ve ekonomik otoriteler, yarınlara dair bu güveni sağlayamıyorlar.

Çözüm önerileri kapsamında, yukarıda bahsettiğim soruna yönelik iki başat etken üzerinden gidilebilir. Fikrimce bu doğrultuda Türkiye’de insanların tasarruf edemiyor olmasına neden olan gelir yetersizliği devlet odaklı bir çözüme ihtiyaç duyuyorken, tasarruf bilinci meselesi aynı oranda sivil toplumun dinamizmine ihtiyaç duyuyor. Devletler, kanlı tarihleriyle muhtaç olduğumuz güvenilir ufukları temin etmekte yetersizler. Öyleyse bugün alacağımız tedbirlerin yarını şekillendirmede oynayabileceği potansiyel etkiyi ortaya koymamız gerekiyor. Tasarruf simülasyonlarıyla, toplumsal kalkınmanın bireysel bilinçten bağımsız var olamayacağını anlatmamız gerekiyor.

Bugün “damlaya damlaya göl olur” dediğimizde, zihnimizi “göl taşar sel olur” endişesi kaplıyor. Biz damlalar etrafına örülen duvarları yıkalım, onlar bir bir nehire akar, yarınlarımıza can olur.

Kutsal saydıklarınızın selamı üzerinize olsun


*Türkiye İstatistik Kurumu, Hane Halkı Bütçesi: 2009-2010
**Merkez Bankası, Türkiye’nin Karşılaştırmalı Cari İşlemler Dengesi ve Rekabet Gücü Performansı: 1997-2010
***ASHKENAS, Ron. (2011) “Sustainability’s Faustian Dilemma”. Harvard Business Review içinde.
(!) Bu yazı ilk kez, ebedi dostum, edebi üstadım ve fikri muhalifim Cesur SUNAR ile birlikte ürettiğimiz ikifikir isimli blogda yayınlandı. Hayatın farklı alanlarına dair denemelerimize ikifikir.tumblr.com adresinden ulaşabilirsiniz. Aynı yazı, değerli hocam Doç.Dr. Selim ÖZDEMİR tarafından hazırlanan Motivaspirin isimli blogda da yayınlandı. Gösterdiği teveccüh için kendisine teşekkür ederim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder