11 Mart 2012 Pazar

Ekonomik Kriz Haberlerine Sadeleştirilmiş Bir Katkı: KRİZ 101

Faruk Uzun

Giriş

Ekonomik krizler –özellikle kapitalist ekonomik sistem içindekiler- yeryüzünde yaşanan depremleri andırıyor. Kimilerinin evleri yıkılıyor, yıkılan evler kimileri için yeni araziler anlamına geliyor ve küre dönüştüğü yeni haliyle dönmeye devam ediyor. Ta ki, varsayılan kıyamet gelip çatıncaya kadar.

Bu yazı; 101 ve 102 olmak üzere iki bölümden oluşacak. Okumakta olduğunuz birinci bölüm, bugünün ekonomik yapısına derin etkileri bulunan 2007-2008 ekonomik krizine dair sadeleştirilmiş bir anlatım içeriyor. 102 kodlu ikinci bölüm ise küresel ekonomik krizden sonra ortaya çıkan büyük resmi yorumlamaya ve bu resim içinde Türkiye’nin yapısal özellikleri bakımından bulunduğu konuma dair fikirler içerecek. Yoğun tartışma gündemleri içinde kısaltılmış okuma notları olarak gördüğüm iki bölümün, ekonomiden haz etmeyen zihinlerin güncel okumalarına bir katkı olacağını umuyorum.

Bu yazıyı ve daha fazlasını artık kişisel websitem farukfuzun.com adresinden takip edebilirsiniz.

Büyük Fayın Kırılma Noktası

2007-2008 ekonomik krizi, içinde bulunduğumuz ekonomik yapının oluşmasında küresel anlamdaki ilk kırılma olarak öne çıkıyor. En yalın haliyle “sanal ekonomi krizi” olarak isimlendirebileceğimiz bu süreçten bahsederek başlayalım: Mortgage krizi ismiyle de aşina olduğumuz kırılma noktasının magma tabakası, 11 Eylül saldırılarına kadar uzanıyor. Dünya gündeminde hala haberlerine rastladığımız saldırı siyasi-ekonomik anlamda mevcut algılarda öylesine depremler meydana getirdi ki, yaşanan devasa ekonomik depremleri dahi bu saldırıların artçısı olarak kabul edebilmek mümkün. Süreç, ikiz kulelerin yıkılmasından sonra Birleşik Devletler’in yeniden istikrar ve güven arayışıyla başlıyor.

Amerika Merkez Bankası bu dönemde piyasaları canlandırmak için faizleri yüzde 1’e kadar düşürdü.* Düşük faizli paraya iştahlı olan bankaların bu oranlarla milyarlarca dolar borç alması, bankaların elinde yüksek miktarda sermaye birikmesine neden oldu. Akabinde bankalar da kasalarındaki parayı daha yüksek faizler ile dağıtarak aldıkları borçlardan kar edebilmek için, müşteri aramaya başladılar. Konut talebinin yüksek olduğu dönemde, düşük faiz ve uzun vadeli Mortgage kredileri ile bankaların aradıkları müşteriler kapılarına geldi: Hane halkı. Konut fiyatları sürekli arttığından orta-üst sınıf aileler, düşük faizli Mortgage kredileri ile ev sahibi olmanın -sahip olacakları evin kısa sürede fiyatını katlayacağı düşüncesiyle- oldukça cazip olduğunu düşündüler. Kullanılan kredi tutarı arttıkça, konut fiyatları da aynı oranda artıyordu. Kredilerini ödeyemeyen ailelerin evleri, ipotek üzerinden mortgage sahiplerine kalıyor ve sahipler evleri yeniden satışa çıkartarak yeni müşteriler ediniyorlardı. Üstelik ev ipoteğe düşünceye kadar ödenilen kredi miktarı da mortgage sahibine kalıyordu. Evvel zaman içinde, kredilerini ödeyemeyen ailelerin sayısı arttıkça, mortgage sahiplerinin elinde kredi ödemelerinden gelen nakit paradan ziyade, konut ipoteklerinden oluşan beton yığınları birikir oldu. İpotekli evlerin sayısı arttıkça, fiyatlar düşmeye başladı.

Konut fiyatlarının düşmeye başlaması, orta-üst sınıf ailelerin zihninde kredili ev almanın uzun vadede kar getiren bir yatırım olmadığı düşüncesini doğurdu. Bu haklı düşünce sonrasında, mortgage kredilerine talep azaldı. Fakat ellerindeki dairelerle kala kalan mortgage sahiplerine, düşük faizle edindikleri borçlarını ödeyecek para lazımdı. 11 Eylül’ün Amerika ekonomi-siyasetine yönelik algıda meydana getirdiği depreme eşdeğer bir sarstını, bu kez bankaların müşteri algılarında meydana geldi. Daha önce borç ödeme yeteneği yüksek olan orta-üst sınıftan gelen başvuruları kabul eden bankalar, paraya olan ihtiyaçlarından dolayı orta-alt ve hatta alt gelir grubuna mensup sınıflara da mortgage kredisi vermeye başladılar. Hatta bazı bankalar, daha yüksek krediler kullandırabilmek için piyasa değeri 1 lira olan evlere 5 lira ipotek değeri biçtiler.** Tahmin edildiği gibi, çok geçmeden düşük gelirli yeni müşteriler de kredilerini ödeyememeye başladılar ve hane halkı-banka-yatırımcı üçlüsünü bir arada tutan fay, kırıldı: Yüksek miktarda kredi kullandırabilmek için değerinden yüksek gösterilen konutlar, yeniden ipotek olarak mortgage sahiplerinin eline geçti ve iş bu konutları satmaya geldiğinde, eldeki konutların 5 lira değil, yalnızca 1 lira ettiği gerçeği bir tsunami gibi tüm finans gökdelenlerinin cephelerini alaşağı etti. İnsanların karnı tokken masadaki tabakta bir düzine köfte olduğunu iddia edenler, karınlar acıkıp köfteler aranmaya başlayınca, tabakta yalnızca bir köfte olduğunu itiraf ettiler. Tok karnına kimse tabaktaki köfte sayısına bakmaya tenezzül etmez fakat açlık başa vurduğunda göz o tek köfteden başkasını görmez. Yaşanan ekonomik kriz, bütün karnı acıkanların tabaktaki tek köfteye saldırmasının yansımasıdır.

Onca Büyük Depremden Sonra, Kıyamet Yakın mı?

Yukarıda özetlenen ekonomik depremler ve köfte savaşlarının şiddetinin ve sayısının artması, doğal olarak söylentiler arasında kıyamet alameti olarak yayılmaya başladı. Son krizler kapitalist dünyanın kıyameti mi? Kapitalizm ölüyor mu?

Küresel ekonomi uzmanı Christopher Meyer, özel mülkiyeti ekonominin bir parçası olarak gördüğümüz sürece kapitalizmin ölmesinin mümkün olmadığını söylüyor ve ekliyor: Kapitalizm insan doğası için en uygun sistemdir. “En uygun sistem” ifadesine katılmasam da, kısa vadede bir kıyamet senaryosu öngörmek zor. Yaşanacak süreç, daha ziyade kapitalin dönüşümü olarak gerçekleşeceğe benziyor. Dönüşüm sürecinde eksilen parçaların yerine daha doğrularını koymak, faydayı tabana yayan enstrümanları sistem içerisinde dahil etmek kıyametvari bir yıkım gerektirmeden oluşacak yeni sistemi daha yaşanılabilir hale getirebilir.

Süregelen ekonomik kriz, üzerinden zaman geçtikçe yeni boyutlarını gün yüzüne çıkartıyor ve bizler yüzeye çıkan özne ve nesnelerden yeni bakış açıları, yeni örnekler ve yeni ibretler kazanabiliriz. Ekonomik ve sosyal sarsıntılarla mücadelede uzun vadeli ve kalıcı çözümler üretebilmek için, edindilen bu tecrübe ve kazançları küresel düzeyde ele almanın hayati önem taşıdığını düşünüyorum. Önümüzdeki hafta, bahsettiğim küresel ele alış üzerinden devam edeceğim.

Kutsal saydıklarınızın selamı üzerinize olsun.

*Merkez bankalarının faiz oranını düşürmesi -piyasanın daha düşük maliyetler ile borçlanmasını sağladığından- devlet ekonomilerinde yatırıma teşvik edici bir politika olarak kullanılır.
**Bankaların kullandıracağı kredi miktarında, kredi ile satın alınacak mülkün değeri ana belirleyici etkendir.
(!) Bu yazı ilk kez, ebedi dostum, edebi üstadım ve fikri muhalifim Cesur Sunar ile birlikte ürettiğimiz ikifikir isimli blogda yayınlandı. Hayatın farklı alanlarına dair denemelerimize ikifikir.tumblr.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder